2 Mayıs 2018 Çarşamba

Mehmet Rauf (1875-1931)

Mehmet RaufMehmet Rauf (1875-1931)

Servetifünun romanının bir diğer önemli ismi olan Mehmet Rauf, 1875 yılında İstanbul’da doğar. Edebiyata ilgisi küçük yaşta başlayan sanatçı, 1896 yılından sonra Servetifünun Edebiyatına katılmış ve burada küçük hikâyeler, mensur şiirler ve makaleler yazarak yazı hayatına başlamıştır.
Edebi Kişiliği
Mehmet Rauf’un edebî kişiliği dönemin güçlü yazarı Halit Ziya’nın etkisi altında gelişir. Sanatçının üzerinde Halit Ziya dışında Fransa’da psikolojik roman alanında öncü olan Pal Bourget’in de etkisi vardır. Mehmet Rauf Eylül romanını yine bu etkiyle yazar.
Mehmet Rauf, ferdin iç dünyasını esas alan konuları ile Servetifünun hareketinin genel karakterine daha uygun romantik duyguları, hayalleri ve romantik aşkları işlerler. Bu psikolojik içeriğe sosyal hayattaki Batılılaşma hareketine ait bazı unsurlar karışmış olsa da onun eserlerinde sosyal unsurlar sadece basit çevre tasvirleri olarak kalmıştır.
Sanatçı, tüm gücüyle ele aldığı kahramanların iç dünyasına yönelir ve burada psikolojik tahlillerde bulunur. Bu çalışmaları ona edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olan “Eylül”ü yazdırmıştır. Eserlerinde şahıs kadrosunu dar tutmuş ve olay örgüsünü ikinci plana atmıştır. Sanatçının bir diğer önemli eseri ise mensur şiirlerinin yer aldığı “Siyah İnciler”dir.
Kısaca özetleyecek olursak;
  • Halit Ziya’dan sonra Servetifünun romanının en önemli ismidir.
  • Eserlerinde Servetifünun anlayışına uygun romantik aşkları, duyguları, hayalleri, kişilerin iç dünyasını, hüzün ve karamsarlık konularını işlemiştir. Eserlerinde toplumsal konulara yer vermemiştir.
  • Romanlarında, psikolojik tahlillere önem vermiş ve bunda başarılı olmuştur. Çevre ve kişi betimlemelerine pek önem vermemiştir.
  • Halit Ziya’nın etkisinde kalan yazar, gerek roman tekniği gerek dil ve anlatımının sağlamlığı bakımından onun kadar başarılı olamamışsa da daha sade bir dil kullanmıştır.
  • Roman ve öykülerinde kendi hayatından kesitler vardır. Eserlerindeki kahramanlar aracılığıyla duygu ve düşüncelerini anlatmıştır.
  • Realizm ve natüralizmden etkilense de aşk, sevgi konularını işlediği için eserlerinde romantizmin de etkisi vardır.
  • Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı sayılan “Eylül” en ünlü romanıdır.
Eserleri
  • Roman: Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Karanfil ve Yasemin, Define, Böğürtlen, Halas, Kan Damlası, Son Yıldız
  • Öykü: Kadın İsterse, Âşıkane, Bir Aşkın Tarihi, Son Emel, İhtizar, Pervaneler Gibi
  • Mensur Şiir: Siyah İnciler
  • Tiyatro: Sansar, Pençe, Cidal
Eylül Romanı Özeti
Eserin konusu kısaca şöyledir: Suat ve Süreyya evliliklerinin üzerinden beş yıl geçmesine rağmen Süreyya’nın ailesiyle birlikte oturmaktadırlar. Fakat evin havası, artık Süreyya’ya da Suat’a da sıkıcı gelmektedir. Babasından da; ona böyle bir hayat sürdürdüğü için nefret etmektedir. Süreyya, bir an önce bu evden ayrılıp, denize bakan sakin bir evde yaşamanın, en azından yazı orada geçirmenin hayalini kurmaktadır. Suat da iyice sıradanlaşan evliliklerini tekrar canlandırmak için bir değişikliğe ihtiyaçları olduğuna inanmakla birlikte, yine de halinden pek yakınmaz. Fakat kısa bir süre sonra Süreyya’nın hayali gerçekleşir ve Suat’ın babasından aldığı para sayesinde Boğaziçi’nde bir yalı kiralarlar… Çok mutlu yaşamaya başlarlar. Bu arada onların dostu olan Necip, Süreyya’nın yeğenidir. Necip yalnız bir adamdır. Bir süre önce Süreyya’nın kız kardeşiyle aralarında bir aşk yaşanmıştır. Yalnızlığını paylaşacak bir eş aramaktadır. Bir gün sahilde Süreyya ile karşılaşır. Süreyya onu evine davet eder, Necip bu isteği geri çevirir. Ayrıldıklarında fikrini değiştirip ilk vapura atlayıp Süreyya’nın yanına gider. Suat ve Süreyya onu karşılarında görünce çok mutlu olur. Evlerini gösterirler, sohbet ederler. Daha sonra dışarı çıkarlar, gezerler, dolaşırlar. Daha sonra Necip, Suat ile yakınlaşır ve bu Süreyya’nın dikkatini çeker. Necip Suat’a âşık olmuştur. Bu durumdan rahatsız olan Necip, kendiyle iç hesaplaşmalar yaşar ve Suat’ın bir eldivenini hatıra olarak çalar ve onlardan uzaklaşır. Yazın sonunda Süreyya babasının yanına döner ve bu arada Necip hastalanır. Ziyarete gelen Suat ve Süreyya onun yatakta görünce üzülürler. Suat mutfaktan bir şeyler getirirken Necip’in yastığının altında eldiveninin tekini görür ve durumu anlar. Sonunda o da Necip’e âşık olur. Bir gün Süreyya’nın evi yanar ve Suat da içeridedir. Necip, Suat’ı kurtarmak isterken her ikisi de alevlerin içerisinde kaybolarak hayatlarını kaybeder.

Hüseyin Cahit Yalçın (1875-1957)


Hüseyin Cahit YalçınHüseyin Cahit Yalçın (1875-1957)

İstanbullu bir aileye mensup olan Hüseyin Cahit 1875 yılında Balıkesir’de doğdu. Edebiyat hayatına hikâye, roman ve mensur şiir yazarak başlayan Hüseyin Cahit, daha sonra gazetecilik, eleştiri ve çeviri alanlarında eserler vermiştir. Edebiyat-ı Cedide’nin önemli isimlerinden biri olan sanatçı, Mektep ve Servet-i Fünun dergilerinde çalışmış; Meşrutiyetten sonra Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazımla Tanin gazetesini çıkarmış ve siyasi hayata atılmıştır.
Edebi Kişiliği
Hüseyin Cahit’in edebî hayatı Servetifünun edebiyatından öncesinde, Ahmet Mithat Efendi’nin telif ve tercümelerini okuduğu dönemde başlar. Bu dönemde okuduğu hikâye ve romanlardan esinlenerek “Nadide” adlı ilk romanını da yayımlamıştır. Daha sonraları ilgi duyduğu ve edebî kişiliğinin oluşmasında önemli etkilere sahip olan Fransız edebiyatının da etkisiyle birçok nesir türünde eser verse de o Servetifünun Edebiyatı içinde eleştiri yazılarıyla tanınmıştır.
İlk önce Muallim Naci döneminden kalma eski edebiyat taraftarlarına verdiği cesur cevaplarla Servetifünun Edebiyatının bir nevi sözcüsü durumuna gelmiştir. Daha sonraları Edebiyat-ı Cedidecileri Dekadanlıkla suçlayan Ahmet Mithat Efendi’yle de çok sert tartışmalara girmiştir. Hüseyin Cahit’in tüm yazıları elbette münakaşalardan oluşmaz. Sanatçı, Avrupa edebiyatına ait bazı yazılar kaleme alarak da bu edebiyatı tanıtmayı amaçlar. Bu münakaşa ve edebî çalışmaları 1910 yılında yayımladığı “Kavgalarım” adlı eserinde toplar.
Hüseyin Cahit’in kullandığı dil, diğer Servetifünun sanatçılarına göre daha sade ve yapmacıksızdır. Bu durum sadece yazarın eleştiri yazılarında değil, hikâye ve romanlarında da böyledir. Hüseyin Cahit’in dilindeki bu sadeliğin en önemli nedeni edebî kişiliğinin oluştuğu dönemde yöneldiği Fransız edebiyatından dolayı Arapça ve Farsça kelimelere tam anlamıyla hâkim olamamasıdır. Sanatçı bu durumu: “Rauf’un ve benim bu sadeliğimiz, doğrusunu isterseniz cehaletimizden ileri geliyordu. Cenap’ın Arapçasını, Fikret’in kamusunu bize verseniz, bak neler yazardık. En cahili Rauf’la bendim. Bundan dolayı Türkçe yazdık.” sözleriyle açıklar.
Kısaca özetleyecek olursak;
  • Servetifünun Döneminde eleştiri yazılarıyla tanınmıştır. Servetifünun’a yöneltilen eleştirilere verdiği yanıtlarla öne çıkmıştır. Eski edebiyata karşı yeniliği ve yeni edebiyatı savunan yazılar yazmıştır.
  • Gazetecilik yönü de vardır. “Tanin” gazetesini çıkarmıştır.
  • Realizm akımının etkisinde kalmıştır.
  • Romancılığa başladığında Ahmet Mithat’ın etkisindedir.
  • Hikâyeleri teknik açıdan pek başarılı değildir; ancak olayların anlatımında yazar başarılıdır.
  • Eserlerinin konularını Rumlar ve diğer azınlıklardan alan sanatçı, eserlerinde İstanbul dışına pek çıkmamıştır. Oluşturduğu tipler Batıya özenen zengin ve aydın kişilerdir. Yerli ve orta sınıf kişilerine çok az yer vermiştir.
  • “Sanat için sanat” anlayışını savunmuştur. Ona göre edebiyatın amacı sanattır; edebiyat bir araç değil, amaçtır.
  • İklimin insanlar üzerinde etkisi olduğunu, bunun da dolaylı olarak edebiyata yansıdığını ortaya koyar. Edebiyat ile coğrafya arasında bir ilişki olduğuna inanır.
  • Fransızcadan çevirdiği ve Fransız İhtilalı’nı konu alan “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalesi, Servetifünun dergisinde yayımlanınca bu dergi kapanmış ve Servetifünun Edebiyatı sona ermiştir.
  • Fransız ve İtalyan edebiyatından bazı roman ve öyküler çeviren sanatçı, çeşitli konulardaki bilim eserlerini “Oğlumun Kütüphanesi” başlığı altında yayımlamıştır.
Eserleri
  • Roman: Nadide, Hayal İçinde
  • Hikâye: Hayat-ı Muhayyel, Hayat-ı Hakikiyye Sahneleri, Niçin Aldatırlarmış
  • Hatıra: Edebî Hatıralar, Siyasal Anılar
  • Biyografi: Talat Paşa
  • Eleştiri: Kavgalarım

Halit Ziya Uşaklıgil (1868-1945)


Halit Ziya Uşaklıgil (1868-1945)
Halit Ziya Uşaklıgil
Halit Ziya, 1866 yılında İstanbul’da doğmuş ve 1883’ten 1943’e kadar altmış yıl devam eden uzun yazı hayatıyla nesrin hemen hemen tüm alanlarında eser vererek Türk edebiyatına büyük katkılarda bulunmuş usta bir yazardır. Türk edebiyatına en büyük katkısı o döneme kadar teknik kusurlarla anılan Türk romanını bu kusurlardan arındırmasıdır.
Edebi Kişiliği
Edebiyat hayatına İzmir’de başlayan ve burada değişik gazetelerde yazılar yazan Halit Ziya, işlerinden dolayı İstanbul’a gelmiş ve burada Servetifünun Edebiyatına katılarak bu topluluğun edebiyat anlayışını benimsemiştir. Eserleriyle Servetifünun’un nesir anlayışını da belirleyen sanatçı, daha çok bireysel konuları, özellikle de aşkı, işlemiştir. Ancak bu eserlerinde realist tutumunu da elden bırakmaz. Halit Ziya’daki realizm, sadece konuyu ele alışta değil eserin tamamındadır. Çevre tasvirleri, ruh tahlilleri ve olay örgüsü tamamen bir gerçeklik duygusuyla işlenir.
Kahramanlarını çok çeşitli sosyal çevrelerden ve mesleklerden seçmiş, Fransız realist romancılarında görülen başarılı insan – çevre kompozisyonunu eserlerinde yansıtmaya çalışmıştır. Yazar, ferdin dünyasıyla sosyal çevre arasındaki münasebeti vermeye çalışır. Romanlarında İstanbul’u mekân olarak kullanan sanatçı hikâyelerinde Anadolu’yu da kullanmıştır. Halit Ziya, eserlerinde dönemin ve topluluğun edebiyat görüşüne uygun olarak ağır ve süslü bir dil kullanır. Bu dil sanatçının mensur şiirlerinde daha da ağırlaşır.
Kısaca özetleyecek olursak;
  • Servetifünun Edebiyatının roman ve öykü alanındaki en önemli ismidir.
  • Modern anlamda Türk romanının kurucusudur. Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk romanları yazmıştır.
  • Realizmin bütün ilkelerini başarılı bir şekilde uygulamıştır. Natüralizmden de etkilenmiştir.
  • G. Flaubert, H.de Balzac, A. Daudet, Goncourt Kardeşler gibi Fransız realist ve natüralist yazarlardan etkilenmiştir.
  • Halit Ziya’nın alışılmışın dışında bir söz dizimi vardır.
  • Anlatımı tekdüzelikten kurtarmak için devrik cümle ve eksiltili cümle kullanmış, bazı sıfatları isimlerin sonuna getirmiş, cümlenin sonunda değişik zamanlı fiiller kullanmıştır.
  • Sanatlı ve ağır bir dil kullanan sanatçı Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalara sıkça yer vermiştir.
  • Romanları teknik açıdan güçlüdür, kusursuzdur.
  • Roman ve öykülerinde kişiliğini gizlemiştir.
  • Gözlemci gerçekçiliği başarılı bir şekilde uygulamıştır.
  • Romanlarında ruh çözümlemelerine önem veren sanatçı, kahramanların iç ve dış dünyalarını anlatırken olabildiğince nesnel davranmıştır.
  • Kişileri yetiştikleri çevreye göre konuşturmuştur.
  • Romanlarında aydın, öğrenim görmüş, sanat ve edebiyattan anlayan kişileri ve çevrelerini; öykülerinde ise halkın yaşayış ve adetlerini işlemiştir.
  • Romanlarında sadece İstanbul’u anlatmış; öykülerinde ise Anadolu ve köy yaşamına, kasabalardaki yaşayışa yer vererek İstanbul dışına çıkmıştır. Öykülerinde dili romanlarına göre daha sadedir.
  • Eserlerindeki kişiler kendi çevresinde yaşayan kişilerdir.
  • Eserlerinde bireysel konuları işlemiştir. Sürekli yakınma, karamsarlık, hayal kırıklığı, mutluluğu arayıp bulamama ve aşk romanlarının başlıca konularıdır.
  • Servetifünun Edebiyatının en kültürlü yazarlarındandır. Almanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Farsça ve Arapça bilir.
  • Türk edebiyatında ilk mensur şiir örneklerini vermiştir. Mensur şiir tarzının öncülüğünü yapmıştır.
  • Cumhuriyet’ten sonra dilini sadeleştirmiştir.
Eserleri
  • Roman: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, Sefile, Nemide, Ferdi ve Şürekâsı, Bir Ölünün Defteri, Nesl-i Ahir
  • Öykü: Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Aşka Dair, Hepsinden Acı, Kadın Pençesi, Bir Şi’ri Hayal, İzmir Hikâyeleri, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Onu Beklerken
  • Mensur Şiir: Mensur Şiirler, Mezardan Sesler
  • Anı: Saray ve Ötesi, Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye
  • Tiyatro: Kâbus, Fare, Firüzan
  • Makale-Deneme: Sanata Dair
Halit Ziya Uşaklıgil Eser Özetleri
Mai ve Siyah: Edebiyatımızda Batılı anlamda gerçekçi ilk romandır. Şair, mizaçlı bir genç olan Ahmet Cemil’in ümitlerinin nasıl yıkıldığı anlatılır. Ahmet Cemil, okulu bitireceği sırada babasını kaybeder ve kendisiyle annesinden ve kız kardeşinden ibaret olan ailesini geçindirmek zorunda kalır. Bu işi başarabilmek için bir taraftan bazı kitapları çevirip satar, bir taraftan da özel dersler verir. Bütün bu ıstıraplı hayat şartları arasında, büyük ümitler bağladığı eserini de bitirmeye çalışır. Okulu bitirince gazetelere yazı yazarak geçinmeyi tercih ettiği için memur olmaz. Eseri basılacak, okunacak, meşhur ve zengin olduktan sonra, okul arkadaşı olan Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşi Lamia’yı isteyecektir. Bu sevdadan kendisinden başkasının haberi yoktur. Bütün bu geleceğe ait olan şeyleri mavi, mehtaplı bir gecede hatırından geçirir. Fakat sonra bütün ümitleri birer birer söner; kız kardeşi birçok eza (sıkıntı verme) ve cefadan sonra ölür, sevgilisi Lamia da bir başkasıyla nişanlanır. Bütün bu olumsuzluklardan sonra Ahmet Cemil, yazdığı ve bütün ümitlerini bağladığı eserini kendi eliyle yakar ve annesini alarak bir gece İstanbul’dan -Yemen’e bir kaza kaymakamlığı için- ayrılır.
Aşk-ı Memnu: Eşi ölen Adnan Bey’in, iki küçük çocuğu bulunmasına rağmen ikinci bir evlilik yapmasıyla işlediği hatanın öyküsünün anlatıldığı realist bir romandır. Adnan Bey’in yeni evlendiği genç ve güzel karısı Bihter, İstanbul’un meşhur yüzlerinden Firdevs Hanım’ın kızıdır ve Adnan Bey’e sırf zenginliğinin hatırı için verilmiştir. Fakat bu zenginlik onun ihtiyaçlarını gidermez. Adnan Bey’in yalısında sürekli kalan, Behlül isimli genç ve macera arayan bir yeğen vardır; bu yeğen, yengesinin kalbinde “memnu (yasak) bir aşk” uyandırır. Fakat Behlül, bundan çabuk bıkarak yine eski hayatına döner, bu maceracı hayattan da bıkınca Adnan Bey’in kızı olan Nihal’i sever, onunla evlenmek üzere hazırlanırken Bihter’in aralarındaki ilişkiyi itirafıyla bu macera duyulur. Bihter intihar eder, Behlül kaçar; Nihal de, o kadın gelmeden önce olduğu gibi, babasıyla mutlu olmaya çalışır.

Cenap Şahabettin (1871-1934)


Cenap ŞahabettinCenap Şahabettin (1871-1934)

1870’te Manastır’da doğan sanatçının asıl mesleği doktorluktur. İlk şiirleri 1885’te daha öğrencilik yıllarında Saadet gazetesinde yayımlanmaya başlamıştır. Bu şiirlerinde Muallim Naci’nin etkisiyle Divan şiirinin etkisi vardır. Daha sonra Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit Tarhan’dan etkilenerek Batı tarzı şiire yönelmiş ve Servet-i Fünun dergisinde şiirleri yayımlanmıştır. Tevfik Fikret ve Halit Ziya Uşaklıgil’le birlikte Servet-i Fünun edebiyatının üç önemli isminden biri olan Cenap Şahabettin, gelenekçi şairlerin en çok saldırdığı yenilikçi şairdi. Diğer Servetifünun sanatçılarının tersine bireysel şiiri tercih etmiş ve Edebiyat-ı Cedide’nin en aşırı örneklerini vermiştir.
Edebi Kişiliği
Dilbilgisi kurallarını önemsememiş ve şiirlerinde o güne kadar duyulmamış tamlamalara yer vermiştir. Etkilendiği sembolizm akımından dolayı şiirde müziğe ve ahenge fazlaca önem veren sanatçı, şiire “nesir-musikisi” demiştir. Şiirde oldukça süslü ve ağır bir dil kullanan sanatçının, şiirlerinde kullandığı “sâât-i semenfâm”, “çeng-i müzehhep”, “nay-i zümürrüt” gibi deyimler, imgeler, döneminin sanat dünyasında önemli tartışmalar yaratmıştır. Bunda en basit olay ve varlıkları şiire getirmesinin ve onları imgeleştirecek kelimelere olan ihtiyacın payı büyüktür.
Cenap Şahabettin, şiirlerinde genellikle aşk ve doğa konularını ele almıştır. Onun şiirlerinde doğa değişik resimlerle okuyucunun karşısına çıkar. Bir kış manzarası veya baharın gelişi gibi bir ressamın resmini yapmaya değer gördüğü tabloları Cenap Şahabettin, şiirlerinde tasvir eder. Sanatçı, şiiri “kelimelerle yapılmış resim” olarak tanımlar.
Cenap Şahabettin, bir şair olduğu kadar bir nesir ustasıdır. Hareketli, değişik ve zengin bir nesir oluşturan sanatçı özellikle gezi yazısının edebiyatımızdaki en önemli temsilcilerindendir. Şiirinde olduğu gibi nesrinde de nükteye önem veren sanatçı, herkes gibi yazmamak amacıyla yoğun bir uğraş vererek oluşturduğu nesirlerinde sağlam bir üslup kullanır.
Kısaca özetleyecek olursak;
  • Asıl mesleği doktorluktur.
  • Servetifünun şiirinin Tevfik Fikret’ten sonraki en önemli ismidir.
  • Hem şiir hem de düz yazı türlerinde eserleri vardır; fakat asıl önemli yanı şairliğidir.
  • Şiirlerinde müzikaliteye önem vermiştir. Müzikalite açısından aruz ölçüsünü zengin bulduğu için bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. Hece ölçüsünü küçümsemiş, “parmak hesabı” diye nitelendirmiştir.
  • Şiirde ahenk unsuruna önem vermiştir. Biçim güzelliğini önemsemiştir.
  • Şiirlerindeki başlıca temalar “aşk” ve “tabiat”tır. Aşk şiirleri bazen çok romantik bazen de çok maddidir.
  • Ona göre sanat, sanat içindir hatta sanat güzellik içindir. Şiirlerinde sosyal konulara hiç değinmemiş, sadece kişisel konuları işlemiştir.
  • Doğa ile ilgili şiirleri kişinin iç dünyası ile dış dünyasının başarılı bir kompozisyonudur. Servetifünun sanatçıları arasında tabiatı en çok işleyen şairdir.
  • “Tablo şiir” yazmıştır. Ona göre şiir, sözcüklerle yapılmış bir resimdir.
  • Şiirlerinde çok zengin bir lirizm vardır. Çok renkli ve geniş bir hayal gücüne sahip olan şair, sembolleri sıkça kullanır.
  • Şiirlerinde nükteye, söz oyunlarına, zekâ gösterişlerine önem verir. Hiç duyulmamış mecaz, imge, teşbih ve istiarelere sıkça yer verir.
  • Şiirlerinde sembolizm akımının etkisi açıkça görülmektedir. Türk şiirine sembolizmi ve parnasizmi getiren Cenap Şahabettin’dir.
  • Dili oldukça ağır ve sanatlıdır. Arapça, Farsça ve Fransızcadan kimsenin bilmediği sözcükleri kullanmıştır. Berf-i zerrin (altın kar), saat-i semenfam (yasemin renkli saatler), lerze-i rûşen (parlak titreyiş) gibi hiç duyulmamış yeni tamlamalar kullanmıştır. Şiirleri dilbilgisi kurallarını hiçe sayan tamlama ve sıfatlarla doludur.
  • 1908’den sonra “Yeni Lisan”cılarla uzun ve sert tartışmalara girişmiştir.
  • “Serbest müstezat” nazım biçimini geliştirerek başarıyla kullanmıştır. Şiirlerinde “sone” nazım biçimini de başarılı bir şekilde kullanmıştır.
  • “Elhan-ı Şita” en ünlü şiiridir. Kış mevsimini anlatır. Türk edebiyatında doğayı anlatan en önemli şiirlerden birisidir. Kış manzaralarından, kar yağışının bıraktığı izlenimlerden söz etmiştir.
  • “Yakazat-ı Leyliye” (gece uyanıklıkları) diğer önemli şiiridir.
  • Cenap Şahabettin, aynı zamanda bir düz yazı ustasıdır. Düz yazılarında dil, şiirlerine göre sadedir.
Eserleri
  • Şiir: Tamat (gençlik şiirleri)
  • Özdeyiş: Tiryaki Sözleri (Türk edebiyatında özdeyiş türündeki ilk eserlerdendir.)
  • Gezi Yazısı: Hac Yolunda, Avrupa Mektupları, Suriye Mektupları, Afak-ı Irak
  • Makale-Deneme-Sohbet: Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh
  • Tiyatro: Körebe, Yalan, Küçükbeyler
  • İnceleme: Shakespeare, Kadı Burhanettin

Tevfik Fikret (1867-1915)


Tevfik FikretTevfik Fikret (1867-1915)

1867 yılında İstanbul’da doğan Tevfik Fikret, Servetifünun Edebiyatının hem en önemli şairi hem de lideridir. Galatasaray Lisesi’nde okurken Muallim Naci’den ve Recaizade Mahmut Ekrem’den edebiyat dersleri alan böylece eski edebiyatla yeni edebiyatı karşılaştırma imkânı bulan Tevfik Fikret, Recaizade’nin de etkisiyle eski şiirin tesirinden kurtulmuş ve Batı şiirine yönelmiştir. Tevfik Fikret’in edebî hayatının şekillenmesinde büyük etkisi olan Recaizade Mahmut Ekrem, onu daha sonra eski öğrencisinin sahibi olduğu Servet-i Fünun adlı derginin başına geçirecektir.
Edebi Kişiliği
Tevfik Fikret’in edebî hayatının şekillenmesinde iki sanatçının büyük tesiri vardır. Bunlardan biri az önce de belirttiğimiz gibi Recaizade Mahmut Ekrem, diğeri ise Tanzimat edebiyatının ikinci döneminin önemli şairi olan Abdülhak Hamit’tir. Elbette ki bu iki şairin tesiri devamlı olmaz. Tevfik Fikret, 1894 yılından itibaren kendi üslubunu bulmak üzere yoğun bir çalışmaya girer ve 1896 yılında yayımladığı “Hasta Çocuk” ve onu takip eden “Seza” adlı şiirlerinde bunu gösterir.
Tevfik Fikret, parnasizmin de etkisiyle şekil bakımından kusursuz eserler meydana getirirken çok titiz davranmıştır. Bu yönüyle Fransız edebiyatındaki parnasyenlere benzeyen şairin şiirleri bütün iç unsurlarıyla da Batılıdır. Fikret, anlamın beyitte tamamlanmasını ortadan kaldırarak şiiri düz yazıya yaklaştırmış, sone nazım şeklini edebiyatımızda ilk defa kullanarak bu türe büyük rağbet kazandırmış ve Divan edebiyatı nazım şekli olan müstezadı değiştirerek serbest müstezadı oluşturmuştur. Kısacası Servetifünun şiirinde yeni olan ne varsa büyük ölçüde Tevfik Fikret’in eseridir.
Sanatçının eserlerini içerik bakımından iki bölümde incelemek mümkündür. Tevfik Fikret, Servetifünun Edebiyatında bireysel konulara eğilip daha çok sanat için şiirlerini yazar. Sanatçının eserlerinde bu dönemde toplumsallık görülmez. Tevfik Fikret’in bu dönemine örnek olarak aşağıdaki “Ömr-i Muhayyel” adlı şiiri gösterilebilir.
Sanatçı 1901 sonrası şiirini toplumun hizmetine verir, özellikle de Meşrutiyet’ten sonra tamamen toplumsal şiirler yazar. Bu dönemdeki toplumsal içerikli şiirlerinde bile şeklin kusursuz olmasına dikkat eder.
Tevfik Fikret, bu şiirinde devleti sömüren ve halkın üzerinden kendisine geçim kaynakları oluşturan insanları ağır bir şekilde eleştirir. Güçlü bir satirik şiir yazarı olan Tevfik Fikret, diğer sanatçılar gibi şiirini toplumsal amaç için kullanırken şiirin şekil özelliklerinden taviz vermez. Onun şiirleri içerik kadar biçim bakımından da güçlüdür.
Sanatçının özellikle “Sis” şiiri büyük yankı bulur. Tevfik Fikret, o döneme kadar hep güzelliklerin sembolü olan İstanbul’u bir sisin içinde tasvir etmiş ve tüm kötülüklerin kaynağı olarak göstermiştir.
Sis Şiiri
İstanbul’u tüm kötülüklerin kaynağı olarak gören Tevfik Fikret’in “Sis” şiiri aynı zamanda bir ekolü de başlatmış olur. İstanbul’un ahlaki çöküntüsünü anlatan Yakup Kadri’nin “Sodom ve Gomore” adlı eseri ve Mithat Cemal Kuntay’ın “Üç İstanbul” adlı eseri bu şiirin yolundan giden eserlerdir.
Kısaca özetleyecek olursak;
  • Servetifünûn Edebiyatının kurucusu, şiir alanındaki en büyük temsilcisidir.
  • Sanat yaşamı iki döneme ayrılır:
  • a. Servetifünûn Dönemi (1885-1901): Bu dönemi Servetifünun’daki çalışmaları oluşturur. Servetifünun anlayışına bağlı şiirlerinde işlediği konular, özellikle aşk, doğa ve günlük yaşamda karşılaşılan bazı küçük olaylardır. Bu dönemde “sanat için sanat” anlayışını benimsemiştir.
  • b. Servetifünûn’dan Sonra (1901-1915):  Servetifünun topluluğunun dağılmasından sonra yazdığı şiirlerde toplumsal konulara yönelmiştir. “Hürriyet” ve “vatan” bu şiirlerinin başlıca temalarıdır. Bilim, fen, teknik, insanlık gibi konuları da işlemiştir. “Toplum için sanat” anlayışını benimsemiştir, ilk dönem şiirlerindeki bireysel acıma, bu dönemde toplumsal başkaldırıya dönüşür.
  • Şiirde beyit bütünlüğünü kırmış, anlamın bir beyitte tamamlanması geleneğini ortadan kaldırmıştır. Nazmı nesre yaklaştırmıştır.
  • Şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanan Tevfik Fikret, aruz ölçüsünü Türkçeye başarılı bir şekilde uygulamıştır. Şiirlerinde aruzla Türkçeyi bağdaştıran iki şairden biridir. (Diğeri Mehmet Akif)
  • Hece ölçüsünü, sadece çocuklar için yazdığı şiirlerde kullanmıştır.
  • Divan şiirinin müstezat nazım biçimini değiştirerek “serbest müstezat” biçimini geliştirmiştir.
  • Fransız şiirlerinden alınan “sone”yi kullanan ilk şairlerdendir.
  • Şiirlerinde “biçim”e önem veren Fikret, “parnasizm” akımından etkilenmiştir.
  • “Manzum hikâye” türünde şiirleri vardır: Balıkçılar, Nesrin, Ramazan Sadakası, Hasta Çocuk.
  • Şiirlerinde karamsarlık hâkimdir.
  • Şiirlerinde yabancı sözcük ve tamlamalara çok yer vermiştir. Dil, konuşma bölümlerinde sade; tasvirlerde oldukça ağırdır.
  • Divan edebiyatıyla bütün bağlarını koparmış; Batı edebiyatını, özellikle de Fransız edebiyatını örnek almıştır.
  • İnsanları birbirine düşürdükleri için bütün dinlere düşmandır. Tarihe ve kutsal değerlere de karşıdır. Dinlerin tutumlarını beğenmemekle birlikte Allah’ı kabul eder.
  • Recaizâde Mahmut Ekrem’in “Güzel olan her şey şiirin konusu olabilir.” anlayışıyla başlayan şiirin konusunu genişletme girişimine genişlik getirmiştir.
  • Recaizâde ile başlayan kartpostal altına şiir yazma modasını sürdürmüş, hem başkalarının hem de kendisinin yaptığı resimlerin altına şiirler yazmıştır. (Aveng-i Şühur)
  • Portre-şiir yazma tarzını geliştirmiştir. “Aveng-i Tasvir” adlı şiirinde on iki sanatçımızın tasvir ve tahlilini yapmıştır.
  • “Sis” şiirini toplumu sıkan hürriyetsizliğe karşı yazmıştır, İstanbul’u olumsuz yönleriyle anlatır. 1902’de yazdığı bu şiirde, İstanbul’u “fahişe bir kadın”a benzeterek istibdat yönetimine ve buna boyun eğen zihniyete nefretini anlatır. Bu şiir büyük yankı uyandırmıştır.
  • “Tarih-i Kadim” şiirinde din kurumunu ve tarihi eleştirir. Bundan dolayı Mehmet Akif’le tartışır.
  • “Doksan Beşe Doğru” adlı şiirinde İttihat ve Terakki’nin, Meclis-i Mebusan’ı kapatmasına gösterdiği tepkiyi dile getirir.
  • Ferda’da gençlere seslenmiştir.
  • “Balıkçılar” adlı şiiri yoksulluğu anlatan manzum hikâye türünde bir şiirdir.
  • Han-ı Yağma, Promete, Millet Şarkısı diğer önemli şiirleridir. Gençlere yönelik öğretici şiirleri de vardır.
  • “Kulak için uyak” anlayışını benimsemiştir.
  • Tevfik Fikret’in nesirleri de “Dil ve Edebiyat Yazıları” adıyla kitaplaştırılmıştır.
Eserleri:
  • Rübab-ı Şikeste (Kırık saz): İlk şiir kitabıdır (1899). Aşk, kahramanlık, aile sevgisi, doğa gibi konuları işlemiştir. Servetifünun tarzındaki şiirleri yer alır.
  • Rübab’ın Cevabı: Servetifünun tarzındaki şiirleri yer alır.
  • Haluk’un Defteri: Sosyal, ahlaki, milli, duyguları içeren, Haluk’un kişiliğinde Türk gençlerine seslenen, öğüt veren bir eserdir. Didaktiktir.
  • Şermin: Hece vezniyle çocuklar için yazdığı şiirleri yer alır. (1915)
  • Tarih-i Kadim: Edebiyat bilgileri barındıran ders kitabı.